İtiraf ediyorum. Onu ilk gördüğüm anda, aşık olacağımı ve beni çok yaralayacağını biliyordum. Bile bile, gözümü kırpmadan ona doğru gittim. Zaten aşk dedikleri böyle bir şeydi ya öyle öğretmişlerdi filmlerde, şarkılarda…
Dün sabah Emir’le Bebek’ e gittik kahvaltı için. Geç kalktığımız için brunch gibi oldu biraz. Gece Cihangir’ deydik. Eğlendik deliler gibi, dans ettik, yeni insanlarla tanıştık her şey güzel, o başkalarıyla konuşuyor ben başka bir çocukla takılıyorum ama sonunda birlikte ayrıldık mekandan. Onun evine gittik. Bu çocuk işini iyi biliyor. Hayatıma Hakan girmemiş olsaydı belki, onunla daha farklı paylaşımlarda bulunabilirdim. Neyse Emir’i geçiyorum. Konumuz o değil zaten.
Tam kahvaltımızı bitirdik, kahvelerimizi içiyoruz, boğaz manzarası falan, kapıya doğru bir baktım “O” içeri girdi. Yıllar sonra ilk defa karşımda duruyor, canlı canlı. O an göz göze geldik. Ben dondum kaldım zaten. O da beni farkedince bir an durdu. Sanki beni hiç tanımıyormuş gibi devam etti. Sonra karısı girdi içeri, hamile.
Orada daha fazla duramadım. Emir’ e gitmek istediğimi söyledim, onu masada bırakarak çıktım hemen. Nereye gitsem ne yapsam bilmiyordum. Bütün dünya başıma yıkılmıştı sanki. Kendimi hiç bu kadar kötü, bu kadar yenik hissetmemiştim. Artık hiç umudum yoktu. Bana kendimi yokmuşum gibi hissettirdi. Sanki o büyük aşkı biz hiç yaşamamıştık. Sanki o benim peşimden taaa Londra’ya gelmemişti.
Bebek sahilde yürümeye başladım ama hiç yürüyecek halde de değildim. Deniz kenarında yere oturdum. Eylül’deyiz, Güneş var, yakıyor tepede ama aslında hava soğuk. Güneş’in sıcağı bile bana yağmur altında sırılsıklam öpüşmemizi hatırlatıyor. Unutmam mümkün mü? Onun evleneceği haberini aldığımda burdan gitmek için her şeyi yaptım. Uzak olsun istedim, hiç Güneş olmasın hep yağmur olsun istedim. Londra’ya gittim.
2008 Mayıs’ ta ayrılmıştık biz. Onun devam etmeye cesareti yoktu. Baba korkusundan, babasının istediği kızla evlendi o yaz. Kabus gibiydi. Mezuniyetim, finallerim, işim, aklım, kalbim… Her şey kabus gibiydi ama her şey. Hayatımın en zor dönemiydi. Okulu bitirir bitirmez Londra’ ya gittim. Yeni bir okula, yeni bir hayata başlayacaktım. En az iki senem burda geçecekti. Yani öyle hayallerim vardı. Artık Hakan’ ın H’ si olmayacaktı hayatımda.
İlk bir ay nerde olduğumu idrak edememiştim. Aklım hala İstanbul’ da olduğu için, yaşadığım yerin farkında bile değildim. Ben yazımı burda geçirmiş ve mastera başlamıştım. O da bu sırada evlendi tabi. Ben hala bu fikre alışmaya çalışıyordum. Kendimi sürekli meşgul ediyordum. O müze senin, bu tiyatro benim.. Aslında çok severim de hayalet gibi olduğum için, hiçbir şeyin tadına varamıyordum. Birkaç ay öncesine kadar benim için ölüp bittiğini söyleyen adam nasıl olur da bir başkasıyla evlenirdi ki? Nefret ediyordum ondan. Ben kendimi de anlamıyorum zaten hem nefret ediyorum diyordum hem de seviyordum. Nasıl olacaktı ki bu böyle, üstelik o bir başkasınınken. İmkansızlaştırmıştı kendini. Ama hala aptal gibi, verdiği karardan pişman olacağını düşünüp bana dönmesini bekliyordum. Nitekim geldi de.
Daha üç ay geçmemiş evleneli, Ekim’de Londra’ya geldi. Karısı için gerçekten üzgünüm. İş seyahatine çıktığını sanıyordur kesin. 1 hafta boyunca her gün aradı, buluşmak istedi. Hep reddettim. Ama ya gerçekten bana dönmek için burdaysa diye düşünmeden de edemiyordum. Ben de o dönüş uçağına binmeden 1 saat kala aradım onu. O akşam için randevulaştık. Benim için uçağı kaçırmayı göze almıştı. Bu umut vericiydi, öyle değil mi ama kim umutlanmaz ki? Hilton Roof’ta buluştuk. Bu otelde kalıyormuş, belki yine oda bulabilir diye düşünmüşmüş. O kadar şartlamıştım ki kendimi, ne olursa olsun o otelden çıkıp gidecektim. Orada kalmayacaktım.
Neyse, 7 gibi yanına gittim. Saatlerdir orada oturup, içki içmiş. Karşımda oturan adamın benim aşık olduğum adamla alakası yoktu sanki. Bütün ışığı sönmüş, gülümsemesi bakışları değişmiş, ona ait bildiğim ne varsa değişmişti. Gözünü benden ayırmıyordu. Yüzüğü de parmağında yoktu. Sorular sormaya başladı. Ne yapıyorum, nerde yaşıyorum, sanki onu artık ilgilendiriyormuş gibi hayatımdaki her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenmeye çalışıyordu. Ben ona hiçbir şey sormuyordum. Ne sorabilirdim ki? Her şey apaçık ortada değil miydi? Neden mi diyecektim? Bunların cevabını biliyordum zaten. Ondan olamayacağı bir insan olmasını beklemek benim aptallığımdı. Bu yüzden susuyordum, sormuyordum. Arada bir sessizlik oluyor sonra o tekrar başlıyordu. Bir şişe şarabı bitirdik. Yeni bir şişede artık o çözülmeye başlamıştı.
Kendinden bahsederken başka yere bakıyordu, benden kaçıyordu. Sonra bir anda “Mutsuzum Özüm.” dedi. Beklediğim anın geldiğini hissettim. “Çok özlüyorum seni.” derken gözlerimin içine bakıyordu. Çok büyük hata yaptığını, onunla birlikte olması gereken kadının ben olduğumu söyleyip duruyordu. Yok boşanacakmış da yok ben nerde istersem orada yaşayacakmış da. Ben tabi saf, hala her sözüne inanıyordum. Bir itiraf daha, bu halde bile onu deli gibi özlüyordum. Her gece onu düşünerek uyuyordum. Onun yanında kadınlığımı hissediyordum ben. Ben onunla bendim. Ona inanmak istiyordum. Ama konuşamıyordum. Hiçbir yorum yapmadım. Bu onu daha çok delirtiyordu. Ona kızmamı, isyan etmemi, bağırmamı bekliyordu belki de ama yapmadım. Eve gitmek istediğimi söyledim. Onu çok istiyordum ama onu o masada bırakmalıydım. Arkamı dönüp gitmeli ve bir daha asla geriye bakmamalıydım. Beni eve bırakacağını söyledi. Eskiden kalma alışkanlık işte ben de bir anda tamam dedim. Ne aptalım!!!
Taksiye bindik. Dışarda şakır şakır yağmur yağıyordu. Evim Barnes’daydı. Yani otelden 45 dk falan sürdü. Bu sırada hiç konuşmadık. İçim içimi yiyordu. Aşık olduğum adam yanımda, benimle olmak istediğini, kadınının ben olduğumu söylüyordu ama aramızda görünmez duvar vardı. İçim gidiyor ama dokunamıyordum, yüzüne bile bakamıyordum.
Eve gelmiştik. Tam taksiden inerken kolumu tuttu. Şaşırmıştım. Onu yukarı davet etmeye hiç niyetim yoktu aslinda. O benim için yasaktı. Ama dokunduğu anda düşünememeye başladım. Hemen indim arabadan o da peşimden geldi. Ellerimi sımsıkı tuttu. Gözünü kırpmadan bana bakıyordu. Yağmurun altında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Patlama yaşıyordum, daha fazla tutamamıştım kendimi. Onu öyle özlemiştim ki, öptüm, sımsıkı sarıldım. Bırakamadım. Taksiyi gönderdikten sonra elleriyle akmış rimelimi sildi.
Yüzümü avuçlarının içine aldı ve her santimetre karesinden öptü. Ben kalbime teslim olmuştum. Daha önce onunla hiç bu kadar yoğun duygularla seviştiğimi hatırlamıyorum. Her dokunuşunda aşk, her nefesinde özlem, her düşüncesinde nefret vardı. Bütün gece durmadan seviştik. O gece milat oldu benim için. Sabah hiç uyumadan yanımdan kalkıp havaalanına gitti. Bu hareketi, artık aklımda soru işareti bırakmamıştı.
Ve yıllar sonra ilk defa dün sabah karşılaştık. Bütün gece gözüme uyku girmedi. Ben onun kadınıydım ama o bana erkek olmayı, adam olmayı becerememişti.