Düşler Şehri Londra

Sabırsızlıkla beklediğim, nasıl yazacağımı tasarlarken tasarı hali bile beni çok heyecanlandıran, 7 ay boyunca harika anlar yaşadığım, benimle ağlayan, benimle gülen, benimle güneş açan, benimle yeşeren, bazen bembeyaz bazen sırılsıklam olan, kollarını bana açıp beni sımsıkı saran Londra’yı anlatacağım. Londra için bu zamanı bekledim. Çünkü, Londra 2012 Olimpiyatları’na ev sahipliği yapıyor. Pek çok spor sever 27 Temmuz- 12 Ağustos arası Londra’da olacak. Ben de bu durumdan ötürü, Kadınım Mutluyum okuyucularına biraz rehberlik yapmak istedim. Londra’da gezme tozma, yeme içme, alış veriş için güzel ve özel mekanları daha sonra da “Londra’ da nasıl yaşanır?” ı anlatacağım. Eeee Londra’yla yaşanmış bir geçmişimiz, bir ilişkimiz var, birbirimizi çok severiz. Ayrılsak da beraberiz biz. Aşkımızın hakkını vermek lazım ama değil mi? 🙂

 

 

Önce biraz genel bilgi vermek istiyorum. Londra, Birleşik Krallık’ ı oluşturan 4 ülkeden İngiltere’nin başkentidir. Bugün krallığı Kraliçe II. Elizabeth yönetmektedir. Geçen sene 23 Nisan’da kraliçenin Prens Charles ve Prenses Diana’ dan olan torunu Prens William’ın masal gibi bir düğünü oldu Kate Middleton ile evlendi. Ben bile BBC’den canlı izlemiştim düğünü, o kadar güzel ve görkemliydi. Yeni prensesle birlikte İngiliz kızlar kendilerine örnek olabilecek bir kişiye sahip oldular. Artık bütün dergilerde kapak kızı Kate Moss yerine Kate Middleton var. Kraliyetten atılan her adım haber oluyor, herkes biliyor. Her istasyonda akşam vakti ücretsiz “London Evening Standart” gazetesi dağıtılıyor. Yani herkesin her şeyden neredeyse zorla haberi oluyor diyebilirim. Doğal olarak ben de biraz bir şeyler öğrendim.

Londra’ya turistik amaçlı gezmeye gittiğinizde 1 hafta, eminim ki yeterli olur. Ama biraz keyfinize düşkünseniz, bulunduğunuz yerin tadını çıkarmak, her mekanın havasını solumak istiyorsanız tatil süresini biraz uzatmanız gerekebilir, çünkü harika yerler var. London Eye, Waterloo Station, St. Paul Katedral, Big Ben, Hyde Park, London Bridge, Tower Hill, Tower Bridge, Victoria, Sloane Square, Piccadily Circus, Leciester Square, Oxford Circus, New Bond Street, Camden Town, Covent Garden, Kew Garden, Richmond, Putney (ben burada yaşıyordum), Liverpool Street, Knightsbridge, Trafalgar Square, Chinatown, SOHO… 😉 Buralara mutlaka gidin. James Bond’u temsil eden kurşun binayı ve yeni yapılan piramide benzer şekildeki Londra’nın en uzun binasını (en son gördüğümde hala inşaat halindeydi) görün derim ben.

Londra’da metro ve otobüs ağı çok gelişmiş olduğu için rahatça istediğiniz yere gidebilirsiniz. İki tip taksi vardır. Biri yoldan çevirebileceğiniz, tipinden hemen taksi olduğunu anlayacağınız sevimli nostaljik bir tarzı olan fiyatları uçuk taksiler, ki bunlar sabaha karşı eve dönüşte çok kullanışlıdırlar; bir de rezervasyonla önceden ayarladığımız mini cab denilen taksiler. Ayrıca, www.tfl.gov.uk size ulaşımınız için çok yardımcı olacaktır. Bu web sitesinden, şehir içindeki bütün ulaşımınızı planlayabilirsiniz.

Şehir Thames Nehri’nin çevresine kurulmuş. West End ve Central London olmak üzere ikiye ayrılmış bulunuyor. Londra daha yeni kurulurken Central London’ da kuruluyor. Şehir geliştikçe, genişliyor ve sonra da West End kuruluyor. İngiliz ekonomisinin temelleri Central London’ da atılmış.

 

 

Waterloo Station, Londra’nın merkez demiryolu istasyonudur ve çok eskidir. Buraya geldiğiniz zaman London Eye, Southbank Centre, Big Ben, Tate Modern Art Gallery, Embankment, Southwark, Waterloo Bridge, County Hall, Queen Elizabeth Hall, King’s College, IMAX hep etrafınızda olacak. Yürümeyi seviyorsanız, hepsini yürüyüş mesafesinde sayabilirsiniz. Zaten çoğu Thames Nehri’nin çevresinde bulunuyor. Bu arada genelde Big Ben’ i herkes Palace of Westminister’daki büyük saat kulesinin adı sanar halbuki saatin adı değil saatin büyük çanının adıdır. Bunu da belirtmek istedim.

 

 

Tower Hill istasyonuna gittiğiniz zaman zaten direk Tower Hill’e geliyorsunuz. Kraliyet ailesine ait pek çok mücevher burada sergileniyor, görüntüsü çok şaşalı olmasa da kocaman bir saray. Hemen yanında Thames üstüne inşa edilmiş mavi köprü Tower Bridge ve karşısında Central London, İngiliz ekonomisini simgeleyen iş merkezleri var. Ve ben.

 

 

Victoria’ya geldiğiniz zaman Buckingham Palace’ı oradan da British Museum, Victoria & Albert Museum’ı, Science Museum’ı (her ayın son çarşambası parti var) ziyaret edebilirsiniz. Hyde Park, kocaman ağaçlara yuva olan ulusal bir parktır. Kraliçe yürüyüş için bazen buraya gelirmiş. Festivaller burada düzenlenir. İçinde gölet, gölette kuğular, ördekler ve bir sürü canlılar vardır. Ağaçların altında piknik yaparken de yanınıza gelip ama sizden korkup kaçan diğer minik arkadaşlar da sincaplar oluyor. Elinizde kırılmamış taze fındıklarla giderseniz, bir sürü sincap arkadaş edinebilirsiniz. 🙂

Pazar günleri Liverpool Sokağı’nda “Old Spitalfields Market” adında büyük bir pazar kurulur. Pazar dediğime bakmayın, sebze meyve satmıyorlar. Daha çok tasarım ürünler, incik boncuk, vintage, tekstil. Tabi bu kadar değil, cumartesi günleri de Camden Town’daki Camden Market’in ve Notting Hill’ deki Portobello Market’in günü. Portobello Market harika, ben bayılıyorum. Bunda Paulo Coelho’ nun Portobello Cadısı kitabının rolü de var elbet ama yine de Portobello’nun kendine has bir havası, vintage çizgisi var, rengarenk kutu kutu evleri var, ben çok seviyorum. Camden Town da ayrı bir güzel. Oraya da marjinallik hakim. Çeşit çeşit insan var, çeşit çeşit tarz, çeşit çeşit hayaller.

 


Spitalfields’ e gittiğinizde yemeğinizi pazarda yiyin daha sonra birkaç sokak ötedeki The Commercial Tavern adlı pub a da gidin. Portobello Road’ a gittiğiniz zaman pazardaki masaların arkasında sanki bilerek özellikle saklanmış, meraklısına açık olan vintage dükkanlar var. Gidin bir görün şahane şeyler var, ayrıca canınız sıkıldığında bile gidebilirsiniz dükkanlardaki adamlarla sohbet etmek insanın keyfini yerine getiriyor. Camden Town’ a gittiğinizde de nehrin kenarındaki The Ice Wharf benim favori mekanımdır. Ama oraya gitmeden önce Camden Lock’ taki büfelerden birinden yiyecek bir şeyler alın, dilim pizzalar çok lezzetli oluyor. Ve tabii ki alış veriş yapın, alış verişsiz tatil olmaz. Hediye dükkanlarından gereksiz şeyler almak yerine, bu tip yerlerden daha tatlı, faydalı, güzel hediyeler bulabilirsiniz.

Bu arada Camden Town’ da nehrin kenarında yürüyüş yaparken Amy Winehouse şarkıları mırıldanabilirsiniz. 😉

Devam edecek…

 

[imagebrowser id=76]
E. Gonca Ekinci

O ekibimizin en genç üyesi. Londra' da yaşıyor. Çok yer gezip gördüğü için ekipcek onu gezme/ tozma bölümünden sorumlu editör yapma kararını aldık. Üniversite hayatı boyunca 3 farklı okula gitmesinden bunu anlamıştık zaten. Eindhoven' da Erasmus yaptı sonra yetmedi bir de İtalya' da European School of Economics' de 3 aylık bir liderlik programına bursla katıldı. Orada Tango'ya aşık oldu. Gerisini burada bize gezdiği yerleri anlatırken paylaşacak sanırım...

No Comments Yet

Leave a Reply