Ben ateştim, o baruttu.
Sıcak nefesini boynuma üflüyordu. Isınıyordum bana yaklaştıkça. Hava gittikçe soğuyordu, ben de gittikçe bana yaklaşsın istiyordum. Hava soğudukça beni ısıtsın, daha çok soğusun daha çok ısıtsın. Yaksın beni.. Yansın benimle.. İstiyordum…
Daha fazla dayanamadım. Yüzümü ona doğru döndüm. Aramızda hiç mesafe kalmamıştı. Soğuktan kızarmış burnum, onun burnuna değiyordu ve o hala sıcaktı. Nefesini kokladım. Dışarı verdiği nefesi içime çektim. Onu derin derin soluyordum. Ellerimi göğsünde gezdiriyordum. Onu keşfetmeye başlamıştım. Vücudunu tanıyordum. Eti sıkıydı, yumuşak değildi. Beli soğuktu ama göğsü yanıyordu. Ellerimi kalbinin üzerine koydum. Kanının pompalanması, kalbinin küt küt çarpması benim hoşuma gidiyordu. Ben dokundukça daha çok heyecanlanıyordu, daha hızlı çarpıyordu kalbi. Ne tuhaf değil mi? Sadece filmlerde olmuyormuş bunlar. Ona konsantre olmuştum ve ondan başka hiçbir şeyi görmüyordum, duymuyordum, solumuyordum o an.
Dudaktan bir dokunuş yoktu. Ama hala onu kokluyordum. Bu sırada kollarının arasındaydım. Beni sarmıştı. Yüzüm yüzüne dönüktü. Sanki içine saklanmış gibiydim. Ayaklarımızı birbirimize doladık, ona zincirlenmiş gibi hissediyordum. Dokunmak ne güzel bir şey tanrim! Ellerini hissetmek. Varlığın sıcaklığını hissetmek… Ona gözlerimle bile dokunuyordum. Buz gibi ellerimi yüzünde gezdirmeye başladım. O sadece beni izliyordu. İşaret parmağımla alnında anlamsız çizgiler çiziyordum. Gözlerini kapattım. Ve buz gibi parmaklarımı onun göz kapaklarının üzerine bastırdım. Bilirsiniz o anki hissi. Gözleri tamamen kapalıydı. Orta parmağım, bir damla gözyaşının süzüleceği yolda ilerleyerek dudağına ulaştı. Dudakları soğuktan kurumuştu. Dudaklarının üzerinde parmağımla gezinirken hafif araladım arasını. Parmağımla dişlerine dokundum. Dudaklarının arkasında geziniyordum. İnanılmaz sakin hareketlerdi ama çok heyecan vericiydi. Ağzının içindeki sıcak sıvı parmağımın ucundaydı. Gözlerimi kapatarak parmağımdan tadına baktım.
Ben heyecanlıydım zaten, ama o da sanki ilk defa böyle şeyler yaşıyormuş gibi şaşkındı. Şaşırıyordu. Karşısında lisedeki Özüm, artık büyümüş, olgunlaşmış genç bir kadındı. Ona gerçek bir kadın olarak dokunuyordum. O da gerçek bir erkek olduğunu hissettiriyordu. Kendini bana bırakmıştı. Ne kadar ileri gidersem, benimle o kadar ilerliyordu. Her hareketime karşılık verip, geri adım attırmıyordu. Hava buz gibiydi. Ayazdı. Eminim ki o da benim kadar üşüyordu. Ama yine de onu soymaya başladım, yavaş yavaş. Vücut ısılarımızı bir tutmamız gerekliydi. Karanlıkta onu görmeye çalışmıyordum sanki karanlığın içinde bile bir aydınlık vardı ve birbirimize akmamızı sağlıyordu gönüllüce. Düğmelerini açarken bile yavaş yavaş hareket ediyordum. Hiç acele etmedim. Tadını çıkartıyordum. Düğmeleri açık gömleğinin içinden vücuduna dokunmaya başladım bu kez. Buz gibi ellerimi sırtında, belinde, göğsünde gezdiriyordum ki bu sefer o kontrolü eline almaya başladı. O da yavaş hareket ediyordu ama hızlanmamak için kendini zorladığı belliydi. Onun zorlandığını hissettiğim anda ben üste çıktım. Yüzünü ellerimin arasına aldım, kulağının altından öpmeye başladım, sonra boynuna, sonra göğsüne indim. Onun üstünde yatar haldeyken, bir anda doğruldu. Ben yine üstündeydim ama oturuyorduk. Ayaklarım beline sarılıydı ve hala dudaklarına, o yıllardır gizlice özlemini duyduğum kıymetli dudaklara dokunmamıştım. Bu en lezzetli şekerini sona saklayan küçük bir kız çocuğunun kendince planladığı oyun gibi bir şeydi.
Güneş’in doğmasına çok az bir zaman kalmıştı. Sıra ondaydı. Doğrulmasıyla gözlerim açıldı. Kırıştırdığım beyaz gömleğinin içinde çok seksi duruyordu. Bacaklarıma dokunuşu bir kaz tüyü kadar yumuşaktı. Boynumdaki şalım kaşla göz arasında yok oldu. Sonra şah damarımda bir öpücük hissettim, gözlerim kapalıydı. Üstümdeki hırkayı çıkarttı. Havanın soğukluğu umrumuzda değildi.
Bir yudum şarap verdi.
Genzimi yakan şarap mıydı yoksa Federico’ nun baş döndürücü teninin kokusu mu, hala bilmiyorum.
Bluzümü keşfetmeye çalışıyordu. Biraz aradıktan sonra yandaki femuarı buldu. Yavaşça açtı ve artık o da üstümde yoktu. Öpmeye başladı omzumdan. Derdi göğüslerim değildi, dudağıma gelmeye çalışıyordu. Karşılık verdim. Ellerini belimde hatta bütün sırtımda hissediyordum. Boynumdan öpüyordu, sadece öpmüyordu sanki içine çekiyordu. Aynı anda nefes alıyorduk. Sakin kalmaya çalışırken, nefes alış verişimiz hızlandı. Bir anda durdurdum onu, kafasını kaldırdım, dudaklarına yakınlaştım. Bekledim birkaç saniye. Dudak uçlarımız birbirine değer haldeyken bekledim. Nefes alış verişimiz inanılmaz hızlandı. Ateş çıkıyordu içinden, dışarı verdiği her nefes yüzümü dudaklarımı ısıtıyordu. Küçük küçük öpmeye başladım. Bana karşılık veriyordu. Ne ara oldu anlamadım, bir anda küçük öpüşler, fırtına etkisi yarattı. Hava aydınlanmaya başlamıştı rüzgarla. Rüzgar estikçe bizim küçük öpüşlerimiz inanılmaz bir hal aldı. Öyle bir öpüyordu ki sanki yer çekimi yoktu. Birbirini içine çeken iki hortum gibiydik. Birleştikçe büyüyorduk. Birleştikçe şiddetleniyorduk. Sanki yeryüzünü alaşağı etmeye yemin etmiştik. Sanki bu anı yaşamak için doğmuştuk. Aynı tutkuyla sevişmeye başladık.
Ostia’ da çıplaktık. Güneşin doğuşunu izledik çıplak çıplak. Eline iki tane deniz kabuğu aldı. Birini bana verdi. Yaşadığımız gecenin ve eğer istersen yaşayabileceğimiz tüm gecelerin sembolü olsun, sakla, dedi. Onun için çok özel, çok değerli olduğumu ve eğer bir gün dönmeye karar verirsem yaşadığımızın burada bitmeyeceğini, söyledi.
Bir lise aşkı yıllar sonra insanın aklını başından alıp pılı pırtıyı toplatacak kadar taze olabilir miydi gerçekten?
Aşk böyle bir şey miydi? Yoksa bunun adını yalnızlık yan etkisi mi koymak gerekir?
Cevapları bilmiyorum.