Yönetmen: Joe Wright
Senaryo: Tom Stoppard (screenplay), Leo Tolstoy (novel)
Oyuncular: Keira Knightley, Jude Law, Aaron Taylor-Johnson…
Fatih’in Puanı: 8/10
Imdb puanı: 7.1/10
Tolstoy’un dünyaca ünlü klasikleri arasında olan Anna Karenina adlı romanın yeni bir beyazperde uyarlaması ile karşı karşıyayız. Daha önce Greta Garbo, Vivien Leigh ve Sophie Marceu gibi isimlerle gördüğümüz eserin 2012’nin post-modern yapısıyla ne gibi farklılıklar sunabileceğini merak ediyordum açıkçası.
Filmin öncelikle en çok beğendiğim yanı hikayenin tamamının bir tiyatro salonu içinde geçiyor olmasıydı. İlk başta kafa karmaşıklığı yaratsa da (adamın evde sabah hazırlanırken birden dekorların değişmesi ve kendini çalışma yerinde bulması gibi) olayı çözdükten sonra eğlenceli bir seyirliğe dönüştüğünü söylemeliyim Özellikle sahneden sahneye geçen oyuncuların dans eder bir biçimde hareket ederek dekor değişimlerine ayak uydurmalarının görüntüsü enfesti diyebilirim. Bu da tahminimce davet sahnelerinde yer alan oyuncuların vals becerilerini de arttırmış. Set olarak Tiyatro sahnesi kullanılması daha önce “Moulin Rouge” ve “Dogville” de gördüğüm filme ayrı bir hava katan bir teknik ve filmi kesinlikle Hollywood standardından çıkararak radikal bir yapıyla başarılı bir konuma getiriyor.
[imagebrowser id=123]
19.YY Rusya’sında sosyal statünün her şey demek olduğu bir dönemde geçen hikaye kendi sosyal statüsünü kaybetmek uğruna aşkının peşinden giden bir kadını merkeze alır ve bu aşk üzerinden, bütün yaşamı boş davetlerden ibaret olan aristokrasiyi eleştirirken, kutsal aile kavramını açıkça över. Bu anlatımda filmin aristokrasinin şaşalı ama boş yaşamını çok iyi bir şekilde yansıtırken orta ve alt sınıfların konumunu ve yaşadıklarına da biraz daha fazla yer vermesi iyi olurdu diye düşünüyorum. (filmde orta sınıf sadece bir tarım hayatı yaşayan Levin ve çiftliği üzerinden gösterilmiş)
Bir paragraf da Oyunculardan bahsetmek gerekir tabi. Net bir şekilde söylemeliyim ki Keira Knightley izlediğim en iyi performansını sergilemiş. Duygusal ama güçlü, aşık ama aristokrat bir karakter olan Anna Karenina’nın hakkını tam olarak veriyor diyebiliriz. Keira’nın yüzü ve bedeni bir tutkunun kıvrımlarına hayat veriyor. Kocası rolünde Jude Law kıskançlığın heykelini oluşturuyor. Kont Vronsky rolünde Aaron Taylor-Johnson Anna’nın önüne geçemediği tutkusunun kusursuz bir temsili oluyor.
“Anna Karenina”yı bir baş yapıt olmaktan alıkoyan tek şey kısıtlı süresi, zira Anna’nın hikayesi ve Vronsky ile yakınlaşma süreci bol zaman kullanılarak başarılı bir şekilde anlatılırken filmin ikinci bölümü olan Anna’nın çöküş süreci çok hızlı toparlanmak durumunda kalıyor. Bu durum da Anna’nın kıskançlık yapmasını gereksiz, alkolizme, ardından da intihara sürüklendiği psikolojiye gelmesini inandırıcılıktan biraz uzak gösteriyor.
Sonuç olarak çok farklı bir tarzda çekilmiş yönetmenliği, oyunculuğu, senaryosu, kurgusu, sanat yönetmenliği başarılı bir uyarlama sizleri bekliyor. Özellikle kitabı okumamış olanlar kaçırmasın.