San Juan‘daki ikinci günümüze erken kalkmamız gerekiyordu ki bir gece önceden zorla aldığım bilgiye göre sabah bir deniz altı gezimiz olacaktı. O sebeple biz de erkenden kalkıp bir okyanustan faydalanalım dedik. Ne yazıkki okyanusla daha önce hiç karşılaşmamış bir bünye olarak dalgaların çok feci azizliğine uğradığımı söylebilirim.
1 saat kadar dalgalarla boğuşup bir 15-20 dakika güneşlenmeye çalışmakla geçen zamanımızın ardından hemen otelimize dönüp dalmaya gideceğimiz yer olan Caribe Hilton’ u bir arayalım dedik ki zaten yetişemediğimiz telefon çağrısı da onlardanmış. Gezimizi bir gün sonraya daha erken bir saate ertelemek istiyorlardı. Çünkü okyanusdaki müthiş dalgalardan dolayı sualtı görüşümüzün kötü olacağını düşündükleri için bu öneriyi bize sunuyorlardı. Hal böyle olunca biz de daha erken bir saatte Old San Juan’ı keşfetmeye koyulduk.
İlk durağımız bütün turistlerin mutlaka uğraması gereken bir cafe-bar-restaurant olan Senor Frog. Ben bu yere bayıldım. Hele ki o kocaman ‘The Yard’ adını verdkleri nefis kokteylleri yok mu. Hmmm hala aklımda. O kocaman şey biter mi acaba diye düşünmeyin farkında olmadan bitirivriyorsunuz hem de kafa olmadan. Buranın dekorasyonunu ve çalışanları kadar çok sevdim. Böyle keyifli bir ortamı Türkiye’deyken hiç tatmadığım için de üzüldüm açıkçası. Hemen kendi kendime ‘Bağdat Caddesi’ nde böyle bir yer olsa ne güzel olurdu’ diye başlayan klasik Türk cümlelerimi kurdum.
Senor Frog’daki ziyaretimiz son bulurken biz turistler için ücretsiz olduğunu öğrendiğimiz ‘Troley’ i yakalamak için koşuştırmaya başlamıştık. Nefis bir fikir bence. Gerçi Old San Juan diye bilinen yer yürüyerek de gayet kolay gezilir ancak havanın sıcaklığını hesaba katarsanız Troley’in ne kadar iyi bir fikir olduğuna hemen siz de hak vereceksiniz.
Plaza Del Quinto Centenario meydanın güneye doğru yani şehrin içlerine doğru ilerlerken şık cafe restaurant ve mağazalarla donanmış kafaler içinde bulacaksınız kendinizi. Bir şey alamayacak olsanız bile girin dolaşın orjinal şeyler göreceksiniz.
Biz sokaklarda dolanma işimizi tamamlandıktan sonra hemen gurme listemizde olmazsa olmazlarda bulunan Waffle Era Tea Room’ a uğradık. Nefis bir waffle eşliğinde özel çaylarını denedik. Okyanus manzaramız da cabası oldu 🙂
Buradan çıkışta şehri dolanarak yukarda bahsettiğim ikinci önemli tarihi yapı olan Castillo San Felipe Del Morroolan’ a doğru yol aldık. Burası da aslında San Juan’ı koruyan ikinci kale ve daha büyük olanı. Ancak bana kalırsa bu kalenin manzarası daha iyi ve görüş alanı da Castillo de San Cristobal’ den daha geniş. İçerde ne var ne yok derseniz aslında Castillo de San Cristobal de gördüğümüz şeylerin tekrarını gördük diyebiliriz. Ama bu sefer Castillo San Felipe Del Morro da ilginç bir rampa varki oradan bilmem kaç kilogram ağırlığındaki toplar indirilip çıkarılmış efendime söyleyeyim bunlar döneminin en güçlü silahlarıymış vs.
Bu kaleleri gezerken Porto Rico’ nun, her ne kadar Amerikan korumasında olan bir ülke konumunda olsa da İspanya’ ya olan sempatisini de yitirmediğini anlıyorsunuz.
Buradan sonra özel bir anıt mezarlık olan ve hemen Castillo San Felipe Del Morro nun yanı başında bulunan Santa María Magdalena de Pazzis Cemetery ye uğramaya çalıştık ama yağmur ve okyanus havası sağolsun sırılsıklam yağmurda ıslandık. Burası San Juan’ın land marklarından biri ve İspanyol Koloni döneminde kalma olduğu bilgilerine sahibim yalnızca.
Bu kadar ıslandıktan ve büyük bir ölçüde şehrin en önemli yerlerini gezdikten sonra koşarak otelimize döndük. Akşama klasik San Juan gecesi yapmak kalmıştı geriye. Efendim akşam saat 8 civarı otelimizden ayrıldık ve şehrin en önemli yerel restaurantı olduğunu öğrendiğimiz Jose Enrique‘ nin yolunu tuttuk. Kapıdan girinde çok şaşıracaksınız zira burası bir mahalle lokantasını anırıyordu. Ama sırada inanılmaz şık bayanlar ve yakışıklı iyi giyimli beyler bulunuyordu. Biz de barda umutsuzca sıra beklemeye koyulduk. Daha doğrusu bara oturma sırası. O kadar övgü vardı ki bu yerle ilgili, barda da yemeğimizi yiyebileceğimizi söyledik artık garsonumuza. Şanslıyız ki oldukça güzel ve sıcak kanlı olan garsonumuz bize restaurantın arka tarafında gizli tutulmuş gibi olan bölmesinde yer ayarladı. Bir kere restaurantta menü diye bir şey yok. Yemekleri ısmarlayacağınız garsonunuz size bir beyaz tahta getiriyor ve tüm yemeklerin ne olduğunu içinde ne olduğunu teker teker anlatıyor. Ben hayatımda yediğim en büyük balığı sanırım burada yedim. Zaten restauranttaki hemen herkes aynı şeyi ısmarlamıştı gördüğümüz kadarıyla.
Ünlü restaurantımızdan ayrılırken güzel garsonumuzdan ve body guardımızdan öğrendik ki bizim Jose Enrique’ye geldiğimiz yol pek tekin değilmiş ne kadar yakın olursa olsun taksiyle dönmenizi öneririz dediler bize ki zaten ben de gelirken onlara hak vermedim değil. Sokaklar oldukça tenha ve rahatsız edici derece de sessizdi. Onlar bize eğlenceniz bitince buraya uğrayın biz size ayarlarız bir taksi dediler ve biz de ne kadar sıcak kanlı ve iyi bir servis hizmeti diye düşünerek Jose Enrique’ye çok yakın olan tavernalara doğru yol aldık.
Fatih’in her zaman canlı gruplara, yerel müzik insanlarına karşı bir zaafı vardır. Köşedeki eğlenceli müzik sesi de hemen bizi kendine çekti. O kadar şahane bir ortam vardı ki neden Türkiye’de böylesi bir eğlence olmaz diye düşünmeden edemedim. 40-50 yaşındaki amcalar teyzeler o kadar güzel salsa, çaça, baçata gibi kıvrak latin danslarını yapıyorlarki görmelisiniz. Teyzeler şıkır şıkır mini eteklerini topuklu terliklerini giymiş amcalar ise saçları jölelemiş yaşlarının umrunda olmadan o kadar güzel keyfini çıkarıyorlardki bu son yaz gecelerinin. Bir grup tavernanın öneünde sokağa taşan bir kalablıkla dans edip içkilerini efendice içip eğlenirken diğer bir grupta sabahları çarşı olan bir hanın önündeki meydanda açık hava konseri eşliğinde danslarını ediyorlardı. Bizse onları izleyerek daha da keyif dolduk.
Gelin görün ki buradaki eğlencemiz de kısa sürdü. İri yağmur tanelerinin hedefi olmaktan yine kurtulamadık. Daha fazla yağmur yememek ve sabahki su altı gezimizi kaçırmamak için vakitlice otele gitmeye karar verdik.
Ertesi ve tatilimizin son günü Hotel Caribe Hilton’da dalma turumuz için erkenden yola koyulduk. Sualtı rehberimiz kullanacağımız deniz maskemizin nasıl çalıştığını, ağırlığını, acil durumlarda neler yapmamız gerektiğini anlatan kısa bir konuşma yaptı önce bize. Sonra heyecanlı ve hafif korkulu bir şekilde suda ilerlemeye başladık. Karnınızda sürekli bir baskı hissediyorsunuz, nefes alıp vermede sorun yok. Zaten en önemlisi de nefes alma değil mi? Buradaki dalma ekiminin özel olarak baktığı, beslediği ve yetiştirdiği su canlıları arasındaki turumuz böyle başladı. Aşağıda gördüğünüz nefis görüntülerle turmuz 30 dk da bitti. Bu heyecanı bir kez yaşadıktan sonra daha kolay sualtıyla ilgilenebileceğimie karar verdim.
Hayatımın en güzel, en keyifli, en keşif dolu ve de en sürpriz dolu doğum gününü canım sevgilimle yaşadım. Umarım bu yazı sizin için de keyifli ve yararlı olmuştur. Benimkisi bu yaşadığım güzel hediyeyi kayıtlara geçirmenin dışında siz potansiyel Porto Rico yolcularına biraz bilgi verme endişedir efendim.
Not: Porto Rico’dan ayrılırken Duty Free’den alışveriş yapmadan amman ayrılmayın. Hayatımda gördüğüm en ucuz Duty Free lerden birisdir kendisi.
Not 2: Bu yazı daha önce burada yayınlanmıştır.