Çok ilginç gelişmeler var çoook…
Eski bir dosttan telefon geldi. Federico!!
Benim liseden arkadaşım. Çok sıkı bir grubum vardı lisedeyken. Grubumuzun en yakışıklı ve akıllı erkeği de oydu. Ve o zamanlar ben ona sırılsıklam aşıktım. Ölüp bitiyodum falan onun için. Teni esmer, saçları kumral, gülerken gamzeli bir çocuktu. Sesi çok güzeldi. Aradan o kadar zaman geçti, yani 5-6 ay olmuştur en konuşmamızdan sonra, sesi bana hala çok seksi.
Biraz yabaniydim ben lisede. Yeni bir ülke, yeni bir dil, yeni insanlar…
Annem bir yandan hayatımızdaki bu değişimin güzel olduğuna inandırmaya çalışıyor beni, ben de alışmakta direniyorum tabi. Annemin babamdan ayrıldıktan sonra İtalya’ya yerleşme kararı allak bullak etmişti beni. Hem onu bırakmak istemedim, hem de babamdan uzaklaşmak. Fakat, eğitimim(!) için babam da İtalya’ya gitmemin daha doğru olduðunu söyleyince, kalmakta ısrar etmemin hiçbir faydası olmadığını kabullendim. Tabii ben İstanbul’ da ayak altında olursam kim rahat rahat kırıştırabilecekti asistanlarıyla. Çok zorlu bir süreçti. Okula ilk gittiğimde kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyordum. Yarım yamalak kursta öðrendiğim İtalyanca ile dersleri anlamaya çalışmak, kabus gibiydi. Hırs yaptım, 1 senede İtalyanca’ mı geliştirdim. Geliştirmeyip de ne yapacaktım eğitim dili baba gibi İ-tal-yan-ca!!! Birkaç arkadaş edinebilmiştim o dönem. Yine de kendimi dışardan biri gibi hissediyordum. Sonuçta her şey bana yabancıydı, ben de her şeye yabancıydım. O birkaç arkadaşımla zaman içinde çok sıkı dostluklar kurdum.
Ertesi sene aramıza Federico katıldı. Okulun ilk günü ondan gözlerimi alamamıştım zaten. Tipik İtalyan erkeği, tarzı, aksanı, vücut dili, sesi her şeyiyle bir İtalyan yakışıklısı. Çok romantik ve kültürlüydü. Nerden mi biliyorum? Daha sonraları birlikte romantik bir sürü şey yaşadık da ondan. Bana karşı hep saygılıydı. Annem kültürümüzden kopmadan yetişmem için her şeyi yapıyordu. O da okuldaki diğer herkes gibi bunun farkındaydı ve buna saygı duyuyordu. Beni hiçbir şeye zorlamıyordu.Hatta gece dışarı çıktığımız zamanlarda bile, annemin tembih ettiği saatte eve bırakıyordu. O kadar da düşünceliydi. İşte zaten ben de onun bu yanına her geçen gün daha da aşık oluyordum. Ne yazıkki o benim, ona olan sevgimi hep sıkı dotluğumuzun bir sonucu olduğunu düşünmüştü o yıllarda. Belki hiç tam anlamıyla sevgili olamamıştık ama onun da bana büyük bir sevgi beslediğini çok iyi biliyorum. Nasıldır bilirsiniz. Bazı insanlar vardır; hiçbir şey yapmasalar, hiçbir söz söylemeseler de orada sizin için duruyorlardır ve varlıkları bile sizi sevdiklerini anlatmaya yetiyordur. İşte öyle hissediyorum ben de Federico’yla olan arkadaşlığımızda.
Onunla yaşadığım en güzel anılarımdan birini, yaşadığımız bir ilki anlatayım dedim bugün size…
Bizim grup hep birlikte Venedik’ e gitmiştik. Mezun olacağımız sene Mayıs ayında bir haftasonu. Cumartesi sabahtan gidip, pazar akşamı dönecektik. Sylvia ile erkek arkadaşı, Simon ve erkek arkadaşı, Federico ve ben. 6 kişiydik. O günü çok keyifli geçirmiştik hep birlikte. Gondolla şehir turu yaptık, leziz pizzalar ve turtalar yedik. Suların altında kalmaktan son anda kurtulmuş sokaklarda elimizde şarap şişeleriyle dans ettik. Tabi bunların hepsini hep beraber yapmıştık. Benim asıl anlatacağım kısım ise bambaşka.
Gece otele döndüğümüzde Sylvia erkek arkadaşıyla birlikte olmak isteyince, biz de aynı odada kalmak durumunda kaldık. Hih hih hiii 🙂 Biz böyle bir olayın oluşmasından kaçsak da, evet bazı durumlar bizi birbirimize yaklaştırıyordu. Bu gece de öyle bir geceydi. Hem masum hem de yoldan çıkarıcıydı. Sesinin güzelliğinden bahsetmiştim. Mızıkasını da yanında getirmiş. Mızıka denilince hepimiz biriliriz nasıl bir şey olduğunu. Peki hiç gerçekten nasıl çalmasını bilen birinden size özel küçük bir konser dinlemek nasıl bir şeydir onu bilir misiniz? Ondan bana bir de şarkı söylemesini istedim.
Yataklarımızı birleştirmiştik. Ben onun dizlerine başımı koymuş, uzanmıştım. O da mızıkasını çalmaya başlamıştı. Bir eliyle mızıkasını çalıyor, diğeriyle saçlarımı okşuyordu. Bende ise hayretle birlikte kalbimi durdurmaya yetecek bir heyecan fırtınası vardır. Heyecan ne garip şey. Kalp atışınız artıyor ve artıyor kanınız hızla pompalanıyorken kalbiniz birden işini yapmaktan vazgeçiyor. İnsan hayatının en mutlu olduğu anında aslında ölüme de en yakın anını mı yaşabiliyor yani?
Sonra durdu bir an ve yanıma uzandı. Yatakta yanlamasına, yan yana, yüz yüze yatıyorduk. Başımı kolunun üstüne alıp, beni kendine doğru çekmişti. Gözlerimin içine baka baka şarkısını söylemeye baþlamıştı. İnanılmaz bir şeydi bu tam 4 senedir gizlice aşık olduğum en yakın arkadaşımın da bana karşı duyguları mı vardı yoksa?
Bütün lise hayatım boyunca bu anı beklemiş ve nasıl olabileceğini aklımda kurdukça masum lise aşkım git gide tutku halini almıştı.
-Oh mia dolce Özüm!
Sonra uzun bir sessizlik… Suratımda bir alev, kalbim artık ağlamaklı bir telaşta ve midem gıdıklanmakla bulanmak arasında bir gezintide. Dudaklarıma dokunan ilk çocuk. Mia dolce Fede!
Öpüşmeye dair hiçbir şey bilmesem de o ana kadar, sanki yıllardır bu işi yapıyormuş gibiydim. Ben ona kendimi bıraktıkça o bana daha çok yaklaşıyor ve her şekilde daha da karşı konulmaz hale geliyordu. Federico’ nun kendisi dayanılmaz bir erkek ve üstelik cinselliği yeni keşfetmeye başlamam da cabası. Bunu şu an yazarken fark ediyorum biliyor musunuz? O zamanlar o kadar saf mışım ki kendimi tanıyamıyorum ve çok gülüyorum o hallerime. Sonuçta lisedeydik daha küçüktük belki ama aşk, hormonlar ve duygular, yaş ve sınır tanımıyor bir yerde.
Sonuç olarak o gece birbirimize sarılarak uyuduk. Sabah beni yine öperek uyandırmıştı. İkimiz de halimizden gayet mutluyduk.
Şimdi üşenmemiş Kurban Bayramı tarihini öğrenmiş, bayramda İtalya’ya çağırıyor. Özlemiş beni bu yüzden aramış. Ne erkekler var görüyorsunuz değil mi? Ah Federico. Sen gerçi hep bir başkaydın canım benim.
Ama ben Istanbul’a, Betül’ ün yanına gidecektim. Ne yapacağımı bilemiyorum. duyuyor musunuz beni??? Napsak kiiii??
Yılbaşında mı gelsem yanına?
Bu mızıkalı Titanic şarkısı da benden size gelsin canlarım…