Eveetttt Paris maceramıza kaldığımız yerden devam ediyoruz…
Yine harika bir gün, yine şehir cıvıl cıvıl. Bu da benim şansım sanırım, hava süper güneşli.
Avenue George V’te Chez Francis diye güzel kaliteli bir restoranda Eifel’e karşı beyaz şarabımı içiyorum öğlen vakti. Gezmediğim yer, girmediğim sokak kalmadı nerdeyse. Sadece turistik yerler değil de, Paris’in ara sokakları da çok güzelmiş. Minik balkonu çiçek dolu evler, rengarenk sokaklar, duvarları sarmaşıklarla donatılan binalar, daha neler neler… Kuverde verdikleri zeytinler de harika bu arada!
Sabah renkli sokaklara gidip fotoğraf çekelim dedik Michael’la sonra kendimizi Louvre Müzesi’nde bulduk. Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa eseri mutlaka görülmeli. Söylentiye göre Mona Lisa Leonardo Da Vinci’nin aşık olduğu kadınmış. Bir diğer söylentiye göre de hayalindeki kadın. Mona Lisa’yı uzun yıllar boyu son nefesini verinceye kadar çizdiği için, eseri asla tamamlayamamış. Bu haliyle bile mükemmel, altın oran kanununa uyuyor ve binlerce insan her gün görmek için sıraya giriyor. Leonardo Da Vinci’nin büyük hayranıyım. Ayrıca daha bir sürü muhteşem, görülmesi gereken eser var. Ben sanata, sanatçı beynine hayran bir insan olduğum için, böyle şeylerden çok etkilenirim, müze müze gezerim. Paris’e gitmeyi düşleyenlerdenseniz, Paris’e gideceksiniz demektir. Louvre Müzesi’ne de mutlaka gidin.
Neyse, biz Dikili taşı geçtikten sonra ilk köprüye doğru yürüdük. Köprüdeki korkulukların üzerine çıktım ben. Michael birkaç güzel fotoğrafımı çekti. (Bu arada Michael’la Paris’te tanıştım. Buradaki ilk günümde ve son günümde bana eşlik etti.) Eifel, Paris … Ben onu izliyorum pembe kırmızı şalım boynumda ayakkabılarımı çıkarmışım, korkuluklar üzerinde ayağa kalkmışım, meydan okuyorum dünyaya. Micheal da yanımda, köprünün altından geçen turist teknelerine el sallıyor arada da fotoğraflar çekiniyorduk… Muhtemelen de biraz komik görünüyorduk. Sevgili arkadaşım yorulunca, eve gitti ben de soluğu bu mekanda aldım işte.
Yapılacaklar listemde akşam yemeğinden önce enfes bir tatlı yemek vardı. Bu yüzden şimdi de Champs-Elysees’ deki Laduree’ye gidiyorum…
Champs-Elysees’deki Laduree’ye gittim. Sadece pastane olduğu için oradan bir şey almadan çıktım. Oradakilerden birine kafesi olan bir Laduree var mi diye sordum ve Concorde’ da var dedi o biri. Bunun üzerine ben de Concorde’a geldim. Yolda yürümeye başladım ama pek bir şey göremedim, derken önümde ellerinde Laduree torbaları olan birkaç fıstık gördüm. Hemen yolu sordum. Onlarda hemen gösterdiler. Hayat gerçekten bana yolu gösteriyor. Saat şu an 17:59 ve ben neredeyse oraya varmak üzereyim.
Eveetttt, geldim, Concorde Laduree’ye geldim fıstıklı macaron ve Succes Praline sipariş ettim. Şimdi afiyetle yiyeceğim. Succes Praline nin tadi enfesss bayıldım. Laduree, İstanbul’daki İstinye Park alışveriş merkezinde ve Londra’daki meşhur Harrods alışveriş merkezinde de var. Ben aksam yemeği öncesi tatlı yemeye bayılıyorummmm. Siz de deneyebilirsiniz, pişman olmayacağınızdan eminim. 😉
Eee aldığım kalorileri yakmam lazım diyerek, tatlıdan sonra yürümeye başladım hemen. Yine küçük bir şehir turu hızlı tempoyla alışveriş ama fazla yorulmadan tabii ki. Çünkü akşam daha tangoya gideceğim, o kalorilere ihtiyacım olacak. 🙂
Akşam yemeği için saat 7’yi çeyrek geçe Le Relais de l’Entrecote’ a geldim. Saat 7’de açılıyordu ve ilk 15 dakikada neredeyse içerde yer kalmamıştı. Ben dışarda oturuyorum. Saat şu an 19:40. Keyfim yerinde.
Biftekler domuz eti değil. İçim rahat o yüzden. Ben et konusunda pek bir seçiciyimdir. Her eti yemem. Önden salatam, ekmeğim ve beyaz şarabım geldi. Birazdan da iyi pişmiş cafe de paris soslu bifteğim ve patates kızartması gelecek. Burada öyle binbir çeşit lezzetle dolu bir menü yok. Fix menü sunuyorlar, sadece içeceğini ve etinin nasıl pişeceğini sen seçiyorsun. Yemeğim geldi şimdi. Kokusu mis gibi. Hemen yemem lazım.
Doğrusu dışarda oturmak biraz rahatsız edici. Etrafımda içeri girmek için bekleyen insanlar var, belki otuz kişi. Şaka değil! Bildiğin kuyruğa giriyor millet. Bir dahaki sefere kesin içerisini tercih ederim. Bu arada tam yemeğim bitti sanmışken ikinci servisi yaptılar, bi dahaki sefere buraya hiçbir şey yemeden gelmem gerekecek sanırım.
Tango in Paris’i bu akşam gerçekleştiriyorum. UGAB’a (Paris’teki Ermeniler Derneği) milongaya (tango gecesine) geldim. 118 Rue de Courcelles’ teyim. Birazdan dans etmeye başlayacağım. Buz gibi bembeyaz şarabımı aldım, barmenin ikramiyesi, sihirli pabuçlarımı giydim, ellerimle saçlarımı tarayıp parfümümü sürdüm. Tango için hazırım. Romantik bir akşam beni bekliyor. Tango yapmaya İtalya’da başlamıştım. İstanbul’da geliştirdim kendimi. İstanbul’da tango için harika mekanlar var. Dans muhteşem bir şey.. Hele ki tango hem asil, hem de tutku ve aşk dolu.
Gece 12 gibi tango salonundan ayrıldım. Paris’teki son gecemde Eifel’e doğru yürüyüş yapmak istedim. Eifel’i tam önüme aldım ve ışık oyunlarını izlemeye başladım. Tam zamanında ordaydım. Sapsarı ışıklı Eifel bir anda renk değistirip ışıl ışıl parlamaya başlamıştı ve 10 dakika içerisinde de bütün ışıklar sönmüştü. Saat 1 oldu. Ben yine de izlemeye devam etmek istedim. Eifel’in tam karşısındaki tepeye çıktım. Etraf kapkaranlıktı ama ben yine de izlemeye devam ettim. Yanıma bir adam geldi. İspanyol asıllı bir Fransız. Biraz sohbet ettikten sonra son metroyu kaçırmamak için oradan ayrıldım. Gerçi bir işe yaramadı. Metroya bindiğimde aktarma yapmam gerekiyordu ve ben çoktaaaan geç kalmıştım. Çok şanslıyım ki o saatte taksi bulabildim. Taksi bulamasam da bir yolunu bulurdum zaten.
Mona Lisa Smile!..
Devamı pek yakında… 😉