Köşemiz Girişimci Kadın Hikayeleri ama bu sefer biraz farklı bir girişimi sizlerle paylaşacağız. Kapital Değil Bilimsel Bir Girişim hikayemiz var bu hafta. Tarihe adını altın harflerle kazımayı sonuna kadar hak etmiş bir bilim insanı: Maire Curie.
Neden Marie Curie’yi seçtiğime biraz değinmek istiyorum. Daha ilk okullarda duymaya başladık hepimiz erkek arkadaşlarımızdan: “Biz daha güçlüyüz, biz daha zekiyiz!” nidalarını. “Hayır! Kadınlar daha zeki!” dediğimizdeyse o nahoş soruyla karşılaştık: ” Hıığ, neden o zaman hiç kadın bilim adamı yok?” Evet, daha iki basamaklı yaşlara gelmeden erkeğin ayrımcılığıyla, üstünlük ve sindirme çabalarıyla karşı karşıya kaldık, mücadele etmek zorunda kaldık. Yine konumdan saptım! Varmak istediğim nokta şuydu: Ben bu soruyla karşılaştığımda göğsümü gere gere “Bakın! Marie Curie var.” diyordum. Tabii bugün başka ateşli savunmalarımız da var. Mesela kadının toplumdaki yeri, toplumsal rolü, ailedeki rolü, üzerindeki sonsuz baskılar, yükümlülükler… böyle uzar gider bu liste. Ama tabii ki Marie Curie hala birinci sıradadır benim için.
Bu güzel kadın tek başına, onlarca erkeğin bilim tarihine yaptığı katkının çok daha fazlasını yapmış. Günümüzün çılgın teknolojilerinin ve olası enerji sorununa en büyük ilaç olacak nükleer enerjinin kullanımının temelini atmıştır. Dönüp baktığımızda hem büyük savaşlara neden olan hem de 3. dünya savaşına neden olacak birinci unsur olarak görülen enerji probleminin en önemli çözüm yolu olacak nükleer enerjinin kullanımının temellerini atmış olan bir kadındır. Mükemmel değil mi?
Kendisine olan hislerimizi dile getirdikten sonra bir de biyografisine göz atıp neler yapmış daha ayrıntılı görelim. Ve inceyi de kaçırmayalım dostlar! Aramızdan birinin ya da çocuklarımızın birer Marie Curie olması için onun karşılaştığından daha büyük hiçbir engel yok önümüzde. Varlığınızı ve potansiyelinizi küçümsemeyin, hafife almayın. Karaoğlan Bülent Ecevit’in şiirinde de dediği gibi:
sen olduğundan büyüksün
sen olduğundan iyisin
sen olduğundan güzel
Aslen Polonyalıdır. Varşova‘da doğdu. Ladislas Skladowski adında bir fizik ve matematik profesörünün kızıdır. Bilim alanındaki ilk çalışmalarına Varşova‘da babasının laboratuarında başladı. Bu sırada gençlerin ihtilal hareketlerine karıştığından Varşova‘dan ayrılmak zorunda kaldı. Önce Krakovi’ye oradan da Paris‘e gitti. 1891’de Sorbonne Üniversitesi’ne girdi. Burada fizik doktorası yaptı. 1895’te öğretmeni Pierre Curie ile evlendi. 1896’da Fransız bilgini Henri Becquerel’in uranyum metalindeki radyoaktivite özelliklerini keşfetmesi üzerine Curie’ler araştırmalarını bu yönde geliştirdiler. 1898’de bir Uranyum filizi olan peçblend [U3O8] in analizi sonucunda Uranyum elementinden 3 milyon defa daha kuvvetli radyoaktivitesi olan 2 yeni element buldular. Bunlardan birine Marie Curie’nin vatanı Polonya‘nın şerefine “Polonyum“, ötekine de ışın yaydığı için “Radyum” denildi. Son yılların nükleer fizik ve kimya araştırmalarının temelini meydana getiren bu çalışmaları için Curie’lere 1903 Nobel Fizik ödülü verildi.
1906’da kocasının ölümü üzerine Marie Curie onun Sorbonne Üniversitesi’ndeki kürsüsüne getirildi. Çalışmalarına burada devam etti. 1911’de Radyumu tecrit edip, özelliklerini keşfetti. Bu başarısından dolayı Nobel Kimya Ödülünü kazandı. Marie Curie dünyada Nobel ödülünü iki kere kazanmış tek bilgindir. Bu başarısından sonra Fransız tıp Akademisi üyeliğine seçildi. Paris Üniversitesi Radyum Enstitüsü direktörlüğüne getirildi. 1921’de Amerika’ya gitti. Burada kendisine çalışmalarını devam ettirebilmesi için değeri 100 bin doları geçen bir gram radyum hediye edildi.
Marie Curie laboratuarlardaki çalışmaları sırasında radyoaktif ışınların sürekli etkisinden dolayı kansız kalmıştı. 1934’de Alplerde bir sanatoryumda öldü. Marie Curie’den sonra kızı Irene de bu alandaki çalışmalara kocası Joliot ile birlikte devam etti.