Stonehenge, The Roman Bath & Windsor Sarayı

Muhteşem bir Dolunay var yukarıda yıldızların arasında. Hem Ay’ı izliyorum, hem Beethoven Moonlight’ı dinliyorum hem de neredeyse iki aydır bir türlü yazamadığım gezi hatıralarımı aklımda toparlamaya çalışıyorum. Tuşlara dokunmaya başlamadan önce uzun bir yürüyüş yaptım. Hatta bir de yıldız kaydırdım. Artık hazırım, tekrar yazabilirim.

İngiltere’de çok güzel günü birlik turlar düzenliyorlar. Benim de bir gece kafama esti, hemen internetten araştırdım ve birkaç saat sonrasına STONEHENGE, THE ROMAN BATH & WINDSOR CASTLE turu buldum. Bu sefer paket tur olsun bilenlerle gezeyim dedim. Arkadaşım Ezgi ile o gecenin sabahı yollara koyulduk.

Asıl istediğim Stonhenge’ e gitmekti. Antik dönemleri anlatan filmlerde gördüğüm mistik atmosferini hep merak ederdim. The Roman Bath ve Windsor Castle da Stonhenge’in yanında bonus oldu doğrusu ama çok da güzel oldu.

 

 

Londra’daki Victoria Coach İstasyonu’nda tur grubumuz ile buluştuk. 10 saat süren otobüs yolculuğumuzda ilk durağımız Windsor Castle’dı, Windsor Sarayı yani. İçerisi İngiliz Kraliyeti’ ne ait bir sürü tarihi silah, hançer ve tüfekler ile doluydu. Fotoğraf makinasını içerde kullanmak yasaktı burda gösteremiyorum ama inanın ki her biri ölümcül bir sanat eseriydi. Zümrüt, elmas, yakutlarla süslü onlarca hançer, üzerinde oymalı işlemeli gümüş kaplı tüfek ve tabancalar, şövalyelerin zırhları… Tabii bunların yanında boyayla fırçayla ruhun hareketleriyle yapılmış çok özel sanat eserleri var. Boleyn Kızı’nı okuduysanız veya izlediyseniz Windsor Sarayı size yabancı gelmeyecektir. Sarayın tarihi Kraliyet’in 900 senesine şahitlik etmiş. Kraliyet’in var olan en eski sarayıymış. Sarayın içinde gotik bir mimariye sahip St. George Şapel’i de bulunuyor. 1992’de çıkan bir yangınla sarayın bir kısmı hasar görmüş ama neyseki sanat eserlerine hiçbir zarar gelmemiş. Kraliçe Elizabeth sık sık bu saraya gelirmiş.

 

 

Windsor Castle’dan ayrıldıktan sonra The Roman Bath, yani Roma Hamamı’na geldik. Ordaki atmosfer bana Pisa’yı hatırlattı. Sarı sarı binalar, panayırlar, sokak sanatçıları… Küçük bir İtalya vardı karşımda. MS 43’te Romalılar İngiltere’nin buradaki topraklarını işgal etmişler. Daha sonra Bath’ teki (Aquae Sulis) Romalı şifalı su merkezi kurulmuş. Adını, Romalı tanrıça Minerva’nın Kelt karşılığı olan Pınar tanrıçası Sulis’ten almış. O tarihte yaşamadım belki ama Sulis’in büstlerini ve o dönemdeki yazıtları hamamın içinde gördüm. Hayali bile büyüleyici. Suyun geldiği kutsal kaynak iki amaca hizmet ediyormuş. Hem Sulis Minerva’ya yapılan bir ibadet odağı, hem de Hamama sıcak su sağlayan bir sarnıçmış. Romalılar’ın gidişinden sonra pagan tapınağı yıkılmış. 1200’lü yıllarda Kral Hamamı olarak kaynağın üzerine yeniden inşa edilip günümüze kadar gelmiş. Ben parmağımı sıcak suya batırdım ve hem Ezgi’nin alnına hem de kendi alnıma kutsal suyu sürerek bizi kutsadım. Bir de tabii dilekler diledik.

 

 

Hamamdan çıkıp etrafı biraz dolaştık. Orası gerçekten küçük bir İtalyan şehriydi. Stonehenge’e doğru giderken yolda Jane Austen’ ın bir dönem yaşadığı evi gördük. Küçük İngiliz kasabaları sonra o kadar tatlılar ki. Herkes kendi halinde ve en güzeli küçük topluluklar kendilerine yeterek yaşayabilmeyi öğrenmişler. Sanat yapmak için büyük şehirde yaşamak zorunluluk değil, her yerde imkan var bunu tekrar gördüm. Yoldayken bir parkta çardakta orkestra gördüm, maestrosu, kemancısı, saksafoncusu her şeyi vardı. Yanlarında da parkta güneşlenen, güzel vakit geçiren kendi halinde bir avuç insan. Bu beni çok mutlu etti. O orkestra bana umut dedi ve asla vazgeçme dedi. Bir avuç insan da olsa hitap ettiğin, sevdiğin şeyden, tutkuyla yaptığın hiçbir şeyden vazgeçme dedi.

 

 

Ve Stonhenge’e geldik. Evet o büyülü dev taşlar orada, tam karşımda duruyor. Antik dönemde paganların, Kelt rahiplerinin ve daha kim bilir kimlerin dinsel törenler yaptığı muhteşem deha ve emek ürünü. O koca taşların hepsi dışardan oraya taşınmış biliyor muydunuz? Etrafta başka hiçbir kayalık, dağ vs. yok. Stonehenge antik dönemlerde insanların astronomi, astroloji ve geometri ile ilgilendiğininin açık kanıtı bence. Bu arada İngilizlerin en eski mezarlıklarından da birisi aynı zamanda. Ben tarihini bildiğim ve etkilendiğim için Kelt moduna girmeye çalıştıysam da etrafta o kadar çok turist vardı ki, bir türlü istediğim atmosferi yakalayamadım. Halbuki ne hayallerim vardı, çemberin ortasına geçip meditasyon yapıp kendimi dinleyecektim. Hatta Keltikler’i hayal edip, eskiyle bağ kuracaktım. Ama taşların yanına bile yaklaşamadım. Çünkü yasak! Bir dahaki sefere gece gidip, tellerin üstünden atlayarak bütün engelleri aşıp hayallerimi gerçekleştirmeyi hayal ediyorum.

 

 

Yine de bir sürü fotoğrafımız oldu Ezgi’yle …

[imagebrowser id=61]
E. Gonca Ekinci

O ekibimizin en genç üyesi. Londra' da yaşıyor. Çok yer gezip gördüğü için ekipcek onu gezme/ tozma bölümünden sorumlu editör yapma kararını aldık. Üniversite hayatı boyunca 3 farklı okula gitmesinden bunu anlamıştık zaten. Eindhoven' da Erasmus yaptı sonra yetmedi bir de İtalya' da European School of Economics' de 3 aylık bir liderlik programına bursla katıldı. Orada Tango'ya aşık oldu. Gerisini burada bize gezdiği yerleri anlatırken paylaşacak sanırım...

No Comments Yet

Leave a Reply